13. Boğaziçi Film Festivali, görkemli bir başlangıç yaparak sinemaseverleri büyüledi! Festivalin ilk gününde, Filistin'in Oscar adayı olan ve Liam Cunningham gibi ünlü isimlerin katıldığı "Filistin 36" filmi büyük ilgi gördü. Usta oyuncu Liam Cunningham'dan Filistin'e destek mesajları geldi. Festival, söyleşiler, masterclass etkinlikleri ve özel gösterimlerle dolu dolu bir program sunuyor. Boğaziçi Film Festivali, dünya sinemasının en seçkin örneklerini İstanbul'a taşıyarak unutulmaz bir deneyim vadediyor.

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteğiyle Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı’nca gerçekleştirilen 13. Boğaziçi Film Festivali, ilk gününde basın toplantısı, söyleşiler ve Masterclass etkinlikleriyle dünyanın dört bir yanından sinemacıları, Türkiye seyircisiyle buluşturdu.

Festival, ilk gününde dünyanın dört bir yanından sinemacıları buluşturan dopdolu bir programla çıktı takipçilerinin karşısına: Festivalin açılış filmi ve Filistin’in Oscar adayı “Filistin 36” filminin, aralarında usta oyuncu Liam Cunningham’ın da olduğu ekibi, basın toplantısına katılırken Amerika, Kıbrıs ve Türkiye’den sinemacılar da festival kapsamındaki söyleşilerde seyirciyle buluştu. Filistinli oyuncu Saleh Bakri ise bir Masterclass verdi.

Liam Cunningham: Protestoyu unutmayın, Filistin’in tanınması yakın

Festivalin ilk günü; The Marmara Otel’de, “Filistin 36” filminin basın toplantısıyla başladı. 1936’da İngiliz sömürgesine karşı ayaklanan Filistin köylerinden birinin sakini olan Yusuf’un hikâyesi üzerinden ilerleyen film, Filistin’in Oscar adayı. Basın toplantısına katılan; yönetmen Annemarie Jacir, yapımcılar Ossama Bawardi ve Cat Villiers, oyuncular Liam Cunningham ve Saleh Bakri, Boğaziçi Film Festivali Artistik Direktörü Enes Erbay moderatörlüğünde, film hakkındaki soruları cevapladı.

Projenin yaklaşık 8-9 yıl öncesine dayandığını ve bu süreçte İngiliz ve Filistinli tarihçilerden faydalandıklarını belirten yönetmen Annemarie Jacir, filmi; “Hayatımdaki en zorlu prodüksiyonlardan biriydi, soykırım başladıktan sonra iyice zorlaştı” diye tarif etti. Filmi Filistin’de çekebilmek için eski bir kasabayı yeniden inşa ettiklerini söyleyen yönetmen; “Bu restorasyon sürecinde tütün ektik, İngiliz silahlarını tekrar yarattık, otobüsler inşa ettik” dedi. Yönetmen; 7 Ekim’den sonra ise her şeyi kaybettiklerini ve çekimler için Ürdün’e gitmek zorunda kaldıklarını belirtti.

Filistin meselesinde genelde İngiliz payına değinilmediğini ifade eden yapımcı Cat Villiers da “Hikâyenin İngiliz kısmını da çok önemsedik. Ve prodüksiyon konusunda İngiltere’den çok yardım da aldık; örneğin askerlerin doğru gösterilmesi konusunda. Bir buçuk hafta önce Londra’da filmin açılışını yaptık ve şu anda Londra’da ‘Filistin 36’ diye bir filmin oynaması bizim için gurur kaynağı ve dönüm noktası” diye konuştu.

Bir klasik yaratma arzusuyla çıktıkları yolda Filistin’in en büyük filmini yaptıklarını dile getiren, yapımcı Ossama Bawardi; “Bir sanat filmi, bağımsız bir film yapmak istedik, evet, ama ana akıma da hitap etmesini istiyorduk. Cat bize uluslararası ortaklar sağladı, bu sayede filmimiz şu anda 20- 25 sinemada oynuyor” dedi.

Filmin başrol oyuncusu Saleh Bakri, karakterini şu sözlerle yorumladı: “Sanat, benim direnme şeklim. Bedenim, ruhum ve sanatım; benim silahım. Filmde mutlak bir şekilde kendimi gerçekleştirdiğimi ve özgür olduğumu hissetim. Bunu, hapse girmeden ve öldürülmeden yapabilme ayrıcalığına kavuştum. İsrail rejimi altında bu çok büyük bir riskti, kimse hayatımıza devam edebileceğimizi garanti edemiyor ama çocuklarımızın geleceği için bunu yapmak zorundayız”

İrlandalı usta oyuncu Liam Cunningham’ın sözleri ise bütün dünyaya bir mesaj niteliğindeydi. Sanatçı, şöyle konuştu:

“Böyle hikayeler aslında çok istediğimiz şeyler değil ama bu, bizim için bir sorumluluktu. Ben İrlandalıyım ve Filistin halkının çektiği ızdırabı görüyoruz. İrlanda da 800 yıl boyunca ızdırap çekti. İngiliz İmparatorluğu yanı başımızdaydı ve İrlanda, ilk işgal edilen ülke oldu. Dolayısıyla Filistin halkının çektiği acıyı gördüğümüz zaman onlara sempati duymak, bizim için bir sorumluluk. Ben oldukça gergindim çünkü bu film, Filistin halkı için çok kıymetli ve çok ufak bir rolüm olsa da bu benim için büyük bir sorumluluktu. Filistin için protesto etmeyi unutmamalısınız, grev yapmalısınız ta ki Filistin ülke olarak tanınana kadar. Dünya çapında İsrail’in kaynakları tükeniyor, akış tersine dönmüş durumda; Filistin’in ülke olarak tanınması yakındır”

Saleh Bakri de Filistin hakkındaki duygularını; “Ben işgal altındaki bir ülkede doğdum ve normal bir ülkede yaşama fırsatım hiç olmadı. Şu anda ruhumu katarak yaptığım filmleri, halkımızın da izleyebilmesini istiyorum. Şu anda ya mülteci durumuna düştüler ya da dağılmış durumdalar. Gazze’de sinema ya da tiyatro yapamıyorum çünkü insanlarımla buluşamıyorum. Hayalim ve özlemim bu; bir gün özgür bir ülke olarak geri dönmek istiyoruz. Nehirden denize özgür Filistin!” sözleriyle ifade etti.

Ölümün ortasında hayata meydan okuyan “Yalla Parkour” gençleri

Filistin hakkındaki bir diğer film de “Filistin Özel Seçkisi”nde yer alan, Aareb Zuatier’in yönettiği “Yalla Parkour”du. AKM Yeşilçam Sineması’ndaki gösterimden sonra soruları cevaplayan yönetmen; filmin, on yıllık bir yolculuğun sonucu olduğunu söyledi. Çıkış noktasının; annesine dair silik bir anı olduğunu belirten yönetmen, bu anının filme dönüşme macerasını şöyle anlattı:

“Gazze’ye ilgim; temelde, annemin bana, Gazze sahilinde gülümsediği ve hatırlamakta zorlandığım anılarımdan geliyor. Bu anılarımın ait olduğu yerler, benim için, ulaşılması imkansız yerler haline geldi. Anılarımdaki Filistin başka bir yerken haberlerde gördüğüm Filistin bambaşka bir yerdi. 2014’te Gazze’deki savaş sürerken ikinci çocuğum henüz doğmuştu. ‘Ona nasıl bir hediye verebilirim?’ diye düşünmüştüm. Sonra YouTube’da gülüp eğlenerek taklalar atan ve parkur yapan Gazzeli çocukları gördüm ve bu bana ‘Filistinli Ruhu’nu hatırlattı. Eskiden gülüp eğlenebildiğimiz ve hayatın öylece aktığı zamanları hatırlattı. Parkur takımıyla irtibata geçmeye karar verdim, bu iletişim için seçtiğim kişi de Ahmed’ti.”

“Film hem terk etmekle, ayrılmakla alakalı ama aynı zamanda boş vermemek ve unutmamakla da alakalı” şeklindeki bir yoruma ise yönetmenin cevabı şöyle oldu: “Aslında filmde anlatmak istediğim şeyi tam olarak söylediniz; ben dahil, bütün ekipte Gazze’ye bir özlem vardı. Benim orada yaşama fırsatım olmadı; sadece yazdan yaza ziyaret ederdik ama kendimi güvende ve kendim gibi hissettiğim tek yer orasıydı”

Bugün Ulusal Uzun Metraj Yarışma filmlerinden ikisi de seyirciyle buluşurken film ekipleri de gösterim sonrası, seyircilerin soruları için sahnedeydi. “Güneşin Altında Yeni Bir Şey Yok” filminden; yönetmen Murad Zaloğlu, senarist Samet Doğan, Cast direktörü Funda Ayaşar, sanat yönetmeni Vugar Aliyev, uygulayıcı yapımcı Yılmaz Kıvanç ve yapımcı Halil Kardaş ile oyuncular Hüseyin Güvenin, Beste Şahin, Yaman Ceri, Samet Kadan, Onur Yar, Mustafa Özer ve Musa Kadan, Atlas Sineması’ndaki söyleşiye katıldı.

Filmi, ‘bir taşra ve kentleşme macerası’ olarak niteleyen senarist Samet Doğan, “İstanbul’un birçok semtinde bambaşka dünyalar var. Biz yaşarken bunları görmüyoruz ve filmi izlerken de gerçekten var olup olmadıkları sorusu oluşuyor. Bu aslında erken büyümek zorunda kalan çocukların hikâyesi” diye konuştu.

Filmin çocuk oyuncusu Musa Kadan, ilk sinema tecrübesinde zorlandığını dile getirirken Mustafa Özer, canlandırdığı İrfan karakterini; “İrfan, seyirciye ‘hayatta ne durumda olursanız olun; umut, sizi yaşatır’ diyen biri” sözleriyle tarif etti.

Festival yolculuğuna, 13. Boğaziçi Film Festivali ile başlayan filmin, bundan sonraki yol haritası içinse yapımcı Halil Kardaş, şunları söyledi: “Boğaziçi Film Festivali bizim için çok kıymetli; Ogün Bey başta olmak üzere, çok destek gördük. Bundan sonra da umarız ki dünyada birçok festivalde yolculuğumuz devam edecek”

Ulusal Uzun Metraj Yarışma filmlerinden bir diğeri, “Rayların Ötesinde” ekibi de gösterim sonrası söyleşi için Atlas Sineması’ndaydı. Yönetmen Cenk İzgören, yapımcı Funda Belginer ve oyuncular Mine Doğan ile Ahmet Can Özer; soruları cevapladı. Filmi, bir ‘anti kahraman hikâyesi’ olarak tanımlayan yönetmen, “Küresel emperyalist bir sistem içerisinde dönüştürmeyi düşünüyordum. Türk mitolojisinden de beslenmem gerektiğini düşündüm” diye konuştu. “Bizi hayat içinde konumlandıran şey; sonuç ne olursa olsun, kendi içimizde müdanasız ve hesapsız şekilde sonuna kadar mücadele etmektir” diyen yönetmen; filmin baş karakterinin kadın olmasının da bu bağlamda kadınların; kadim Türk uygarlıklarında doğanın ve hayvanların kadim koruyucuları ve savaşçıları olmasıyla ilgili olduğunu belirtti. Sinemadaki ilk başrolünde canlandırdığı Başak karakterini, “Çok kırılgan ve çok güçlü” diye niteleyen Mine Doğan, filmdeki tecrübesini ise “Çok iyi yazılmış bir karakterdi. Cenk; Başak’ın, sessizliği ile var olmasını istiyordu, bu da benim için yeni bir alandı. Kamerada ilk defa bu kadar az ve sade oynamayı denedim” sözleriyle ifade etti.

Özel Gösterimler

Festivalde bugün Özel Gösterim programında da iki özel çalışma vardı. Biket İlhan’ın sinema yolculuğunu anlatan, Mehmet Güreli’nin yönettiği belgesel; “Sisler Bulvarı’ndan Geçtim: Biket İlhan” ve Kıbrıslı yönetmen Ömer Evre’in yönettiği; “Tuvaldeki Sır”.

AKM Yeşilçam Sineması’ndaki gösterimin ardından belgesele dair soruları cevaplayan yönetmen Mehmet Güreli, bu ve benzeri çalışmaların bir görev olduğunu söyleyerek “Martin Scorsese bile boş durmuyor; belgesel biyografiler çekmeye devam ediyor” dedi. Belgeselin odağındaki isim, yönetmen Biket İlhan ise “Yeşilçam’ı çok kişi hatırlamıyor; geçmiş dönemleri anlatmak, önemli. Gölgesinde oturduğunuz ağaçları başkaları dikti de gölgesinde oturabiliyorsunuz” diye konuştu.

“Filmde Kıbrıs’ın kalbi ortaya çıkıyor”

Tuvaldeki Sır”ın, Cinema Pink’teki söyleşisi ise Yunan oyuncu Giorgos Anagiotos’un teşekkürüyle başladı. Söyleşiye; yönetmen Ömer Evre, oyuncular Devrim Nas, İpek Amber, Şahin Ergüney, Timur Koçyiğit, görüntü yönetmeni Aydın Sarıoğlu ve yapımcı Altıner Dereliköylü katıldı.

Kıbrıs’ta güçlü bir sinema sektörü olmadığına dikkat çeken yönetmen Ömer Evre, “Ben Kıbrıs’ta yaşananları anlatıp hem senaryoyla hem müzikle seyirciyi rahatsız etmek istedim” dedi. Oyuncu Devrim Nas, filmin, bunu, ‘Kıbrıs’ı kişileştirerek’ gerçekleştirdiğine dikkat çekerek şöyle dedi: “Karakterler üzerinden Kıbrıs da bir karakter olarak ortaya çıkıyor. Kıbrıs’ın bölünmüşlüğü, ikiye ayrılıp ayrılamayacağı, organik mi- yapay mı? gibi konulara, insan ve duygu açısından bakıyor. Filmle Kıbrıs’ın kalbi ortaya çıkıyor”

Kıbrıs’ta savaşan bir askerin kardeşi olduğunu vurgulayan oyuncu Şahin Ergüney ise şöyle konuştu: “Ben bu filmi; karmaşadan, çözümsüzlükten, çaresizlikten nefes alamayan Kıbrıs halkının, hava alması için, dışarıyı görebilmesi için dışarıya açılan bir pencere gibi görüyorum. Umarım bu filmle beraber o pencere açılır ve Kıbrıs gerçek anlamda bir barış adası olur”

Ulusal Belgesel Yarışması

Ulusal Belgesel Yarışma bölümü de bugün konuklardan yana zengindi: “Sessiz Çizgiler”, “Ağaç Adam” ve “Üstad Mehmed Siyah Kalem” belgesellerinin ekipleri, gösterim sonrası seyirci karşısındaydı.

Seyirci karşısına ilk çıkan, AKM Yeşilçam Sineması’ndaki gösterimin ardından soruları cevaplayan, “Ağaç Adam” filminin ilham kaynağı Deniz Seçer oldu. “Dünyada fidan dikmediğim ülke, Türkiye’de ise fidan dikmediğim orman kalmamıştır” diyen Seçer, üniversite yıllarından beri bu doğrultudaki bütün çalışma ve eylemlere katıldığını belirtti. Diktiği fidanları tamamen kendisinin finanse ettiğini söyleyen Seçer; orman yangınlarının kendisine neler ifade ettiğini ise şu sözlerle dile getirdi: “Orman yangınında bulunsanız ağlarsınız. Televizyonda görüldüğü gibi değil; bir orman yanıyor ve durduramıyorsunuz! Biri sigara molası veriyor, diğeri yanan hayvanları taşıyor. Yönetmenle kırk tane koyun taşıdığımızı bilirim. O kırk koyunun sahibi ‘Ben burayı terk etmem’, diyor; Jandarma ‘Kelepçelerim’, diyor”

Üstad Mehmeh Siyah Kalem”in yönetmeni Selin Aktaş ise AKM Yeşilçam Sineması’nda buluştu seyircilerle. Siyah Kalem’e ait çizimleri ilk gördüğü andan itibaren bu ismin tanıtılması için bir şeyler yapmak istediğini söyleyen Aktaş; bürokratik izin işlemleri sebebiyle projenin çok zor hayata geçtiğini belirtti. Aktaş; aynı sebepten, filmdeki illüstrasyonların da Amerika’da sergilenen, Siyah Kalem’e ait eserler üzerinden gerçekleştirilebildiğini sözlerine ekledi.

90’larına merdiven dayamış bir çiftin hayatına konuk olan “Sessiz Çizgiler”in yönetmeni Caner Kaldı da soruları cevaplamak için AKM Yeşilçam Sineması’ndaydı. Babaannesiyle dedesinin hayatlarına aslında hep şahit olduğunu ancak bir gün farklı bir gözle baktığını ve belgeselin de buradan doğduğunu söyleyen Kaldı, “Onları çekmeme babaannem bayıldı, dedemse Alzheimer hastası olduğu için çok da farkında değildi sürecin. Onu, ‘Hatıra kalsın’ diyerek ikna ettim” diye konuştu. Kaldı; filmi, siyah- beyaz çekme sebebini ise “Onların dünyası, dışarıyı izlemekten ibaretti. Bana göre çok renkli bir hayatları yok, o yüzden siyah- beyaz kullanmak istedim” diye açıkladı.

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteği, Turkcell ve Türk Hava Yolları’nın ana sponsorluğu, TRT’nin Kurumsal İş Ortaklığı, Anadolu Ajansı’nın Global İletişim Ortaklığı, Türkmedya’nın ana medya sponsorluğu, TV Plus ve İGA Pass sponsorluğunda gerçekleşen “13. Boğaziçi Film Festivali” ile ilgili tüm bilgilere www.bogazicifilmfestivali.com adresinden ve festivalin resmî sosyal medya hesapları üzerinden erişilebilir.

13. Boğaziçi Film Festivali'nin ilk gününde "Filistin 36" filminin basın toplantısı damgasını vurdu. Yönetmen Annemarie Jacir ve oyuncular Liam Cunningham ile Saleh Bakri filmin önemini vurguladı. Cunningham, Filistin'in tanınması için protestoların unutulmaması gerektiğini belirtti. Festival kapsamında ayrıca "Yalla Parkour" gibi Filistin temalı filmler de gösterildi. Ulusal Uzun Metraj ve Belgesel Yarışması filmlerinin ekipleri seyircilerle buluştu, özel gösterimler yapıldı. Festival, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteğiyle gerçekleşiyor ve sinemaseverlere zengin bir program sunmaya devam edecek.